19 Kasım 2012 Pazartesi

Hugo

"Her şeyin bir gayesi vardır. Makinelerin bile saatler zamanı gösterir, trenler insanları bir yerlere götürür.
Hepsi kendine düşen görevi yapar.
- Tıpkı Mösyö Labisse gibi.
Belki de bu yüzden bozuk makineler beni bu kadar üzüyor. Üstlerine düşen görevi yapmıyorlar.
- Belki insanlar için de aynı şey geçerlidir.
Gayeni kaybedersen, bozuk bir makineden farkın kalmaz."

Hergün hayatta yeni bir maceraya atılıyoruz fakat her daim yaptığımız işleri tekrar ederek. Standart'a bağlanan yaşamımıza yenilikler katmayı kabullenemiyoruz. Bu yüzdendir ki bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasıncılık. Kendi yağımızda kavrulup gideriz, biz kendi kendimize yeteriz hep aynı şeyleri yapsakta yaşamaktan bıkmayız diyenleriz. Oysa ki hayat sizleri yeniliklerle tanıştırmak için hergün değişmekte.
"Tüm dünyayı büyük bir makine olarak hayal ederdim.
Makineler asla yedek parçalarıyla gelmezler. Çalışmaları için ne gerekiyorsa o kadar olur hep.
Dünya koca bir makineyse, ben yedek parça olamam diye düşündüm.
Burada olmamın bir sebebi olmalı."

Hep mutlu insanlar görüyüroum, insanlar gerçekten mutlular mı yoksa böyle mi görünme çabasındalar. Birine kendini beğendirme, birine hava atma kendini nimetten birşey sanan çoğu insanın yanından geçiyorum hergün aldırış etmeden yaşamıma devam ediyorum. Elbet bir gün o da idrak edecektir bu hayatta neden var olduğunu...
"...ve hiç olmadığımız kadar mutluyduk. Bunun hiç bitmeyeceğini düşündük. Nasıl bitebilirdi ki?
Ama sonra savaş patlak verdi. Ve bu geçnlik umutların da sonuydu. Artık dünyanın sihirbazlığa ve film gösterilerine ayıracak zamanı yoktu."

Gün geçtikçe biyolojik olarak değişiklik gösteriyoruz sadece bununla kalmayıp davranışlarımız, beğenilerimiz ve ihtiyaç duyduklarımız değişmekte. Her seçimimiz bizim için doğrudur fakat ilerleyen zamanda bu seçimin doğru olmayabileceğini anlayabiliriz bu da bizlere değişimi (değişimimizi) çok daha iyi açıklıyor.
"Zevkler değişmişti..."
Çocuk oyuncuların renkli gözleriyle gösterdiği performans görülmeye değer. Şimdiki zamanımızın çocukları gibi bunlarda büyümüşte küçülmüş cinsinden.
Eğlenceli ve bir o kadarda insanoğluna yararı olacak öğretileriyle izlenilmeyi hak eden bir yapım. Filmde ayrıca Amélie filminin tadını aldığımı belirtmeden geçemeyeceğim.
Martin Scorsese yine izleyenleri etkilemeyi başarmış umarım uzun zamanlarda bu başarılarını devam ettirmeye devam eder. (Unutulmaz filmler yönetmeni...)

27 Ekim 2012 Cumartesi

The Talented Mr. Ripley - Yetenekli Bay Ripley

"Herkesin bir becerisi olmalı. Seninki ne?
İmza taklit etmek, yalan söylemek ve herkesi taklit edebilmek.
Üç etti. Kimsenin birden fazla yeteneği olmamalı".

İnsanız malesef her güzel gelen şeyden daha fazlasını istiyoruz. Hayatımızda hep en iyi şeye sahip olmayı, en iyi şeylere sahip olunca da bir değil iki olsun olmasını isteriz. Bir sınırımız, bir sınırlamamız hiç yok. Halbuki az'a kanaat etsek ya, nedir bizim derdimiz, nedir hedefimiz hiç anlaşılmaz. Bu bugüne kadar böyle gelmiş bundan sonrada böyle gider. Atalarımızın dediği gibi "Ağzına tat bulaşanın gözü pekmez tulumundadır".
"Ne yaparsan yap, ne kadar korkunç, ne kadar can sıkıcı. Mantıklı gelmiyor mu sana? Hiç kimse kendine kötü demez".
Bir anlık hevesin ömür boyunca getirceği pişmanlığı hiçbirimiz fark edemeyiz. Her kötü yaptığımız şeyden sonra pişmanlıklar duyarız, kimisi hiç bitmez bu pişmanlıkların, vicdan azabına dönüşür. Bunu nasıl geride bırakacağımızı bilemeyeceğimizi aslında hiçbirşeyide geride bırakamayacağımızı bizimle ölümümüze kadar sürüp gideceğini yaşayarak anlayacağız.
"Bunu hep yapmak istiyorum. Kapıyı sonuna kadar açmak. İçeriye ışığı doldurup her şeyi temizlemek". 
"Dev bir silgi alıp her şeyi silebilsem ve kendimle başlasam"....
İnsan geçmişiyle geleceğini şekillendiren bir canlıdır. Geçmişinde yaşadığı bir çok anı, onun hayallerine ne kadar kavuşabileceğinin bir göstergesidir. Geçmiş hiç kaybolmaz hep arkamızdadır ve bizi sonsuza dek takip eder.
"Anladım ki, insanları çevreyi değiştirebiliyorsun. Ama kahrolası kendini değiştiremiyorsun".
Elinize geçen en ufak fırsatta kendiniz olmayı inkar ediyorsanız kim olacağınıza iyi karar verir. Yoksa arada kaybolup yok olursunuz..
Jude Law'dan kendini seyirciye hayran bırakan bir performans, Matt Damon'dan çarıpıcı bir karakter canlandırması.
İnsan psikolojisini konu edinen ve izleyenine birşeyler vermekten geri kalmayan bir yapım, ve son repliğiyle benim için unutulmazlar arasına giren bir film.
"Sahte birisi olmak, gerçek bir hiç kimse olmaktan iyidir".

25 Temmuz 2012 Çarşamba

Warrior - Savaşçı

"Öncelikleri olan adam".
Her insan geçmişinde hatalar yapmıştır, zaten hayatda hata yapılarak tecrübe edinilmiyor mu? Fakat kimisi çok az hatayla kurtarırken kimisi asla affedilemeyecek hatalar yapabiliyor. O an için hiçte önemsemediğiniz bu hatalar ileride pişmanlıklara, keşkelere yol açıyor...
"Bunların çoğunu bilsekde bu hatayı yapmaktan alıkoyamıyoruz kendimizi, malesef hayat böyle...
Artık yumruk yiyen bir kadın bulmak zor".
Çok az kişinin başına gelebilecek bir aile dramı izliyoruz. Buradan herkesin ders çıkarabileceği kesin. Yok bunlar bana ithafen değil diyen biri yoktur. Kendini bilen insan zaten alacağı dersi almıştır. 
"Neden tanımadığım insanların fotoğraflarına bakıyorum ki"?
Benim bir kardeşim yok malesef o yüzden anlatılmak isteneni, objektif bir gözle görebildiğim kanısındayım belki o hissi hiç hissedemeyecek olsamda. 
"Güç eşittir kütle çarpımı ivme". 
 Bu tür filmler epeyce yaygın bir hal aldı. Rocky serisi ile başlayan ve sonunun hiç gelmeyeceği bir tür. Kazanmaya endeksli ve izleyici kitlesini arkasına alıp hadi indir şu herifi, yapabilirsin dostum gibisinden seyirciyi etkisi altına alan türlerin bir örneğiydi. Sonucunu herkesin kestirebileceği farklı bir beklentiye cevap vermeyen bir yapıttı. Buna rağmen izlerken zevk alacağınız, zamanınızı akıcı bir şekilde değerlendirebileceğiniz ve pişman olmayacağınız bir filmdi: Warrior.
"Herkes dönüp aynaya bakar fakat aynanın yansıttığı kendi gizemleridir. Dünyadan çözüm bekleyenler için büyük acılar, küçük kazançlar vardır. Bu sorunlar kendi kendilerine çözülmezler".

Joel Edgerton sempatik kişiliğiyle kamera karşısında iş çıkarmış, Tom Hardy filmin gizemini sonuna kadar götürmeye çalışan, içinde yaşadığı psikolojik savaşı son derece güzel saklayan ve karizmatik yapısıyla filmde yer alan oyunculuklar içinde en beğendiğim oyuncuydu. Nic Nolte ise yaşının ve görselliğinin vermiş olduğu avantajı çok iyi kullanmış bu rol için var olan tek aktör gibiydi.

31 Mayıs 2012 Perşembe

50/50 - Şansa Bak

"Her gün radyoda çalacak bir şeyler bulmak zorundayız. İnsanların kırmızı ışıkta beklerken iki saniyeliğine dinleyecekleri bir şey üzerinde aylarca çalışmak çok saçma".
İçinizi ısıtacak, sıcacık, içten bir yapım karşınızda. Hayat'ın, insanların karşısına çıkardığı fırsatları, onlara attığı çalımları göz önüne seren ender bir yapım: 50/50
"Aileni değiştiremezsin. Değiştirebileceğin tek şey, onlarla nasıl baş edeceğindir".
Hayatım boyunca Annelik duygusunu bilemedim, hiç de bilemeyeceğim malesef. Empati yapmaya çalıştığımda da şöyle bir durum içine girmekteyim: Annelerimizin herkese yetebilecek sevgiyi barındıran kocaman bir kalbinden, her şeye yetişebilecek ayaklarından, en ufak bir ses titremesinden ve sessizlikten anlayacağı tedirginliği, sezebilecek 6. hislerinden ve buna benzer bir çok yanlarını barındıran o Annelik duygusunundan mahrum kalacağım malesef... Ama şu an hissettiğim duygu bile beni hangi duyguyu hissetiğimi anlamlandıramıyorsa o duygunun içinde olacağım anı hiç mi hiç hayal edemiyorum...
İnsanlar bir kardeşi olsun ister. Her zor durumunda yanına koşsun, yetişemediği işlere o yetişsin ister. "Kyle'ı" tanıdıktan sonra benim bir kardeşe değil böyle bir arkadaşa ihtiyacım var diyesi geliyor insanın. Arkadaşlık anca bu kadar güzel anlatılabilirdi. Günümüzde çıkar ilişkilerine bürünmüş arkadaşlıkların yüzüne çarpılması gereken bir ders niteliği taşıyor "Kyle'ın" arkadaşlığı.
"Kimse hastaneye gitmekten hoşlanmaz. Kimse sevdiği için de gitmez".
Her fani bir gün ölümü tadacaktır. Bu hepimizin bildiği bir ayetdir. Fakat bunu kabullenmek, yeryüzünün nimetlerinden ayrılmayı istemek hiçbirimizin işine gelmeyen bir durumdur. Dünyayı o kadar çok sevmekteyiz ki bir gün öleceğimizi dahi hayal edemeyiz. Hal böyle olunca ölüm kelimesi, geçtiği her yerde soğuk rüzgarlar estirmeyi başarır. Yine buna çelişkili olarak korkunun ecele faydası yoktur diyebiliyoruz.
Biz insanoğlu herşeyin farkında olup hiçbirşeyin farkında değilmişiz gibi yaşayan garip bir toplumuz.
Rolünün hakkını veren, sempatik yapısıyla büründüğü kişiliği en iyi şekilde ekrana yansıtan Joseph Gordon-Levitt en iyi oyunculuklarından birini çıkarmış. Dramatik bir filmi Dramı-komik olaylara çeviren ve filmin neşe kaynağı olan Seth Rogen'ın oyunculuğu ise filmi sürüklemekte. Her iki oyuncuda bu kadar iyi iş çıkarmışken filmi izlememek olmaz.

27 Mayıs 2012 Pazar

Die Fälscher - Kalpazanlar

"Resim yaparak para kazanmak? Para yaparak para kazanmak daha kestirme bir yoldur".
İnsanoğlu bir şeyin tadını alınca bırakmak istemiyor malesef. Bırakması gerektiğinin kesinlikle farkında fakat içinden gelen o sesi bir türlü durduramıyor, o zevki yarım bırakmak hiç oluruna gitmiyor ve maalesef ki sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyor.
"Ya uyum sağlarsın ya da yok olursun".
Hayatımız boyunca kaç kişiyi koruyabiliriz ki... Kaç kişi için hayatımızı ortaya koyup onların yaşamı için mücade edebiliriz, hele ki bu kişiler çok uzun zamandır tanımadığımız kişilerse birde. Salomon (Sally) bize gösteriyorki bunların hiçbir önemi yok. Önemli olan İnsan olabilmekte, insanlıktan çıkmış bir grup içerisinde olmadık biçimlere sokulan bu kişilere insan olduğunu hatırlatabilmek onlara insan olduğu hissini yaşatabilmekmiş.
"Saygı duymalı, ama haysiyetini yitirmemeli".
Kapalı kalmak, gün ışığına hasret olmak, aç bırakılmak, ezilmek, hırpalanmak... Özgürlüğe hasret insanların yaşamla - ölüm arasında kalarak bir Devleti ihya edişini hiç sıkılmadan izleyeceğinize inanıyorum. 
"Her şeyi çabuk unutmalı".
Filmde yer alan bütün oyunculuklar gerçektende parmak ısırtıcıydı, yapılan makyajlar, giyilen kıyafetlerde cabası.
Yahudiler üzerine çekilmiş en iyi filmdir benim için.
"Sanat benim sanatım, sadece benim hoşuma gitse bile".

25 Mayıs 2012 Cuma

Catch Me İf You Can - Sıkıysa Yakala

"İki fare kaymak kovasına düşmüş. Birinci fare çabucak pes edip boğulmuş. ikinci fare ise hiç vazgeçmemiş. o kadar çok çırpınmış ki o kaymağı tereyağı hailne getirmiş ve yüzeye çıkıp kurtulmuş".
Hayatın hangi yaşta hangi insana neler yaptıracağını hiçbirimiz bilemeyiz.
Kimimizde büyük bir yetenek vardır bunu ancak hayatın bize sunacağı şartlar doğrultusunda öğrenebiliriz tıpkı bizim Leonardo'nun canlandırdığı Frank gibi.
"İnsanlar sadece onlara söyleneni bilir".
Yalan söylemek, aldatmak adına mükemmel bir oyunculuk. Kuşkusuz bu rolü gerçek hayata uyarlamak isteyen yüzlerce, binlerce insan vardır belkide bunu deneyenler bile olmuştur ama ben kimsenin Leonardo'nun rol icabı çıkardığı işten daha iyi bir iş çıkaracağını sanmıyorum.
"Bazen yalanla yaşamak daha kolaydır".
Polis ve suçlu arasında amansız bir kovalamaca. Hapishaneden prestijli bir işe uzanan yolculuk. Bunların içinde ailevi sorunlar. Bir çok yönüyle izleyenine pişmanlık duyurmayacak bir filmdir: Catch me if you can (Sıkıysa Yakala).