28 Kasım 2011 Pazartesi

Swades: We, The People

"Her kar tanesine vakti geldiğinde erimesi yazılmıştır."
Sonsuza dek hayatta kalamayız, elbet bir gün bu yaşamımız son bulacaktır. Bu yüzden bizim soyumuzu devam ettirecek geleceğimiz olacak kişiler çocuklarımızdır. Bu çocukların en büyük haklarıda öğrenme hakkıdır. Hiçbirşey bilmeden dünyaya gelen bu çocuklar kendi gözlemleri ve bizim öğrettiklerimizle bilgilenirler. Bu çocuklardan öğrnememelirini isteyemezsiniz onları evde oturtup koca beklemelerini ssağlayamazsınız ya da sizin mesleğinizi devam ettirmelerini umut edip zorla bunu öğretmeye çalışamazsınız. Her insan gibi onlarında kendi özgürlüğünü dile getirmeye ve dipsiz bir kuyu olan bilgi sonsuzluğunda kaybolup kendi yolunu çizme girişimlerini ellerinden alamazsınız. Hiçbir insanı kısıtlayamazsınız bu kişi bir çocuk dahi olsa. Hz. Muhammed'in (Peygamberimizin) "Cehalet bütün kötülüklerin Anasıdır" hadisi, insan yaşamının en önemli gerçekliğini ifade etmektedir.
"Sen bize rüya satıyorsun. Bu rüyaları bize gösterme."
Bir insan ömrü boyunca aynı işi yapacak, her daim bu yeteneği sayesinde para kazanacak diye bir kaide yoktur. Öyle olmuş olsaydı artık para kazandırmayan bir iş sahibi olan insanın vay haline olurdu. Tıpkı filmimizdeki gibi. Globalleşen Dünyamızda insanın kendini geliştirmesi, en az 2 - 3 işi yapabilecek kapasiteye sahip olması şart olmuş durumda malesef. Birde hâlâ insanlar arasında ayrım yapmaktayız. Yok sen şu sınıftansın o bu sınıftan, senin tabakan farklı onun ki farklı ya da o siyah tenli sen beyaz tenlisin gibi. Oysa insan, insandır bu gözle bakmadığımız sürece kavgalar, savaşlar, ayrımlar asla bitmeyecektir. "Bir insanın yanında paranın ne kıymeti var." Bu sözü hiçbir zaman genel olarak benimseyemeyeceğizdir, bunu benimseyen çok nadir insanlardan biri oluruz umarım.
"Kalbimdeki yara gözyaşımın tadını bilir."
Tek bir insanın başarabileceği, yapabileceği şeyler elbette sınırlıdır. Oysa bir grubun, topluluğun yapabileceği şeyleri kestirmek mümkün değildir. Atalarımızın dediği gibi: Bir elin nesi var iki elin sesi var. Filmimizde bu sözün uygulamaya konulduğunu görmek mümkündür.
Mahellemizi, şehrimizi, Ülkemizi tanımadan Dünyayı tanımaya kalkmayın yoksa rezil olursunuz demek istemiş: Swades: We, The People.
Bizi biz yapan değerler geleneklerimiz, adetlerimizdir. Bunları unutamayız ve hiçe sayamayız. Nereye gidersek gidelim kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi bilmeliyiz. Boğazımıza düğümlenen vatan hasretini fotoğraflarla gidermeniz mümkün değildir. Bu öyle bir hasrettir ki sizin tekrar buraya göç etmenize neder olur. Bu hasret mantığınızın önüne geçip kalbinizi dinlemenize neden olur. Sadece hasret mi tabiki değil sevgi, özlem ve şu an adını bile koyamadığım duygular...
Oyunculuklar, çekim yöntemleri, soundtrack'ler hepsi tadındaydı, ne bir eksik ne de bir fazla. Film içinde yer alan halktan oyuncuların (insanların) performansları en çok övgüyü hak eden durumdur kanımca. Bir de izledğim onca Boollywood filminde dikkatimi en çok çeken konu, gel ya da tamam kelimesi söylendiğinde kafaların hafifce sallanmasıdır. Bu hareketi ilk izlediğimden bu güne kadar hep sevdim ve seveceğimde.
Evet Swades: We, The People; içinde yer alan birçok sosyal mesajlarla size adete ders veriyor. Birçoğunu yukaradı sıraladım fakat atladığım, sehven unuttuğum olmuştur. Sizinde izleyip görmenizi isteyeceğim ve yer alan mesajlardan kendinize uyarlama yapacağınıza inandığım bu filmi izleyin ve izlettirin.

27 Kasım 2011 Pazar

Before The Devil Knows You're Dead - Şeytan Duymadan Önce

Filmimiz insan psikolojini, o anki tepkisini ya da tepkisizliğini çok iyi anlatan bir yapım. Bu tarz bir konu ve anlatım şekli benim gibi çok fazla film izleyenler için şaşırtıcı olmayan bir durumdur. Buna rağmen normal bir film gibi anlatılmadığını biraz karmaşa oluşturulduğunu söyleyebilirm. Bu tür anlatımları ilk izlediğimde daha çok etki oluşturmuştu bende. Sonuçta zamanla bu anlatımlar ve gösterimler yaygınlaştı bizimde şaşkınlığımız giderek azaldı.
Aile içi olayları ekrana iyi yansıtan ve günümüzde bu tür sorunları yaşayan bir çok ailenin olduğunu açıkca ifade edebilen bir film: Şeytan duymadan önce.
Sıkıntılarınızın ya da yaşadığınız psikolojik buhramın getirdiği etkiyle neleri yapabileceğinizin ve o anda mantıklı bir düşünmenin oluşamayacağı gayet açık. "Aklına koyduğu her şeyi yapar" insanoğlu ifadeside uygundur filme. Filmde bir gizem oluşturulmaya çalışılmış, aslında tam bir gizem demeyeyimde bir meraklanma oluşturulmaya çalışılmış diyeyim. Kendinize acaba ne olacak, nereye gidicek, nasıl biticek diye sorular sordurtmaya yönelmiştir.
Durağanlıktan söz edecek olursam evet film ağır işliyor fakat çok da kötü olmadığı kanısındayım. Sadece aksiyon sevenler ve onun dışında filmlerde sıkılanlar için boğucu olabilir.
Filmimizin yönetmeni, bu filmi çekerken 87 yaşındaymış, artık tecrübesiyle olsa gerek (kamera açıları, duygu yoğunluğunu ekrana yansıtma gibi) iyi bir film orataya çıkarmış. O yaştaki bir adam için bu filmi çekmek gurur verici bir durum olsa gerek.

Birazda Soundtrack

Amélie - J'y Suis Jamais Alle (Yann Tiersen)

The Departed - I'm Shipping Up To Boston (Dropkick Murphys)

Resident Evil Apocalypse - Bloodwork (36 Crazyfists)

3 Idiots - Zoobi Doobi (Sonu Nigam & Sherya Ghasgal)

Kokuhaku - Last Flowers To The Hospital (Radiohead)

Oldeuboi - The Last Waltz (Yeong Wook Jo)

Leon - Shape Of My Heart (Sting)

Fight Club - Where Is My Mind (The Pixies)

26 Kasım 2011 Cumartesi

Rise Of The Planet Of The Apes - Maymunlar Cehennemi Başlangıç

"Sezar'a bakın, diz çökün, diz çökün ve muhteşem varlığı seyredin."
İlk filmi olan 1968 yapımı Maymunlar Cehennemi'ni izlerken olağanüstü bir senaryo yazmışlar diyorsunuz. Sonuçta kitaptan uyarlama olsada biri bunu düşünmüş ve yazmış. Beyazperdeye de çok iyi aktarılmış. 1968 yılındaki teknolojiyi düşünecek olursak harika bir film çıkarmışlar demeliyim. Hangimiz hayvan, hangimiz insan acaba dedirtiyor: Maymunlar Cehennemi (1968). Bu filmi izlerken filme dair hatalar bulmanız gayet normal o zamanlar bizim gibi dikkatli ve takıntılı izleyenler yoktu ayrıca ellerindeki malzeme bugün ki kadar yaygın ve gelişmiş değildi. Bu yüzden hataları gayet normal görmek mümkün olacaktır.
Canı istedi diye bir canlıya zarar veren tek mahlukat insan olsa gerek. Çoğunluk olarak insanlar herhangi bir hayvana zarar verilmesini istemez onları korumak, kollamak adına birşeyler yapmak ister, aynı şekilde maymunlarda bunu bizim için istemektedir.
Bu filmi izlemeden önce arkadaşlara bana söylendiği gibi ilk filmi izlemelerini ısrarla tavsiye ediyorum hatta onu izlemeden nasılsa bu film başlangıcı anlatıyor diye bunu izlemeye kalkmayın. Her ne kadar başlangıcı anlatsada devamında neler olduğunu bilmiyorsunuz, kafanızda tam anlamıyla oturtamıyorsunuz fakat her iki filmi arka arkaya izlerseniz tabiri caizse herşey cuk diye oturuyor.
Öncesiyle, sonrasıyla muazzam bir şekilde hazırlanmış senaryo olduğunu açıkca belirtiyorum.
İlk filmdeki sezar neden insanlardan korkuyor, neden onlardan çekiniyor? Sezar ismini nasıl aldı? Parlak göz ismi nereden geliyor? Son filmdeki uzay gemisi nerede kayboluyor ve onca sene sonra nereye düşüyor? Hepsinin yanıtını alıyoruz. Filmin sonunda virüsün bütün Dünya üzerindeki insanlara etki ettiğini görmekteyiz, onlarda bu virüsün nasıl etki oluşturduğunu biz biliyoruz (alzheimer'ın hızlı bir şekilde vucüda etki etmesi gibi). İlk filme bakarak insanların neden konuşamadıklarını ve beyin fonksiyonlarını harekete geçiremediklerini böylece açıklıyorlar, tabi maymunların nasıl konuştuklarını da. 1968 filminin son karesiylede bu olağanüstü senaryoyu sonlandırılıyor. Bir devam filmi daha geleceğini sanmıyorum anlatacağı şey arada geçen süre olabilir belki ama bu şekilde kapanırsa daha bir hoş olur kanımca. Fakat ne geleceğini elbet bilemeyiz bakarsınız ben yanılırım ve harika bir film daha yaparlar.
Muazzam bir görsel efekt şöleni izlemek istiyorsanız bu film size uygundur.

25 Kasım 2011 Cuma

Punch-Drunk Love - Aşk Sarhoşu

"Hayatımda bir aşk var.
Bu beni hayal edebileceğin her şeyden daha güçlü yapıyor."

Ne karmaşa ama. 7 kız kardeşin içinde kalmış tek erkek çocuk. Nasıl bir çocukluk geçirdiğini bile hayal etmek çok zor sanırım. Büyüdüğünüzde ise işler daha da zorlaşıyor ailenin tek erkek çocuğunun getirmiş olduğu sorumlulaklar ve her kız kardeşin sizin için yapmak istediği iyilikler, çocukken yaşadığınız onca hatıranın iyi ya da kötü hatta sizin düşünmek bile istemediğiniz o kötü anlarınızın yüzünüze vurulması...
Her insanoğlu yalnız kalmak istemez. Evet bazı anlar yalnız kalmayı arzu edebiliriz fakat bunun süreklilik arz etmesini hiç istemeyiz. Yalnız kaldığımızda çoğu şeyi iyi düşünebilir, yaptıklarımızın sonuçlarını daha iyi inceleyebiliriz. Yinede çok yalnız kalmanın getireceği ruhsal bozukluklar doğrultusunda istemeyeceğimiz şeyler yapmamızda mümkün. Örneğin o anki yalnızlığımızı paylaşmak için hiç yapmayacağımız bir iş olan telefon seksi hizmetini aramak gibi. Bu o anki yalnızlığımızı gidermek için yaptığımız, sonsarını hiç düşünmediğimiz küçük bir örnek teşkil etmektedir. Kimisi bu yalnızlığını farklı şekillerde giderebilir, tabiki sonuçlarını hiç düşünmeden hareket ederek. Daha sonra bu yaptığımız şeyin yanlışlığını elbette anlarız fakat genelde iş işten geçmiş olur. Bunu anladığımızda iş işten geçmemiş olsun diye umut edelim ve hatamızı düzeltmek adına bir an önce harekete geçelim diyor: Punc-Drunk Love.
Küçük yalanların kimseye zararı yoktur. Söylesek bile kimseye zarar vermeyiz, incitmeyiz bu yüzden de söylenebilir öyle mi? Hayır öyle değildir, küçük yalanlar söylemek önemlidir. Onlar bir çığ gibi büyüyürek bizi altına alabilir ve altından kurtulmamızın imkanı kalmaz. Bir de bunlar küçük yalan ya unutulur gider diye düşünüz. Oysa karşımızdaki bize güvenir ve söylenenlerin doğru olduğuna inanır bunuda öyle kolay kolay unutmaz, heleki bize değer veren birileriyse. Bundardır her türlü yalan söylemenin kötülüğü. Ayrıca sapıklığın her türü kötüdür bundan uzak durun başınız belaya girebilir.
Adam Sandler psikolojisi bozulmuş, kendisiyle çelişen ve ruhsal bunalım içine girmiş biri rollerini gerçekten çok iyi oynuyor. Onun bir anlık ruhsal değişimlerindeki mimikleri, tavırları çok inandırıcı. Bu filmi ve Raing Over Me (Hayatı Yakala) filmindeki rolüylede kanıtlamıştır bunu bana. Bu filmde hiç çıkarmadığı takım elbisesi de görülmeye değer.
Derin mesajlar içeren filmleri sevip o mesajları cımbızla çekmeyi sevenlerdenseniz bu filmi seveceksinizdir. Yok yüzelsel izleyenlerden biri olarak, ben filmi izler geçerim arkadaş öyle detaylara dikkat etmem diyenler için sıkıcı olabilicektir. Bu iki gruba göre filmi izleyip izlememe isteğinizi değerlendirin.

24 Kasım 2011 Perşembe

Once

"İşte, şimdi iyileşiyorum."
Öyle bir Dünya'da yaşar olmuşuz ki filmlerde yer alan saflığa, dürüstlüğe gıptayla bakmaktan alıkoyamıyorum kendimi. İnsanların olması gerektiği gibi görünmelerinin o kadar zor olmadığını fakat şu anda herkesin bir çıkar için savaştığını vurgalayan bir yapımdı. Çok içten, samimi olan ve normal yaşantımızdan sanki bir kesitmiş gibi izliyoruz filmi. "Ben de herkes gibi hayatımı kazanmaya çalışıyorum."
Hepimiz gençlik çağımızda birşeyler yapmak, bir enstrüman çalmak için özenti duymuşuzdur. Bunların çoğunu kimimiz başaramamış, kimimizse başarmıştır. Fakat o yaşlardaki hep düşünce aynıydı sanırım. Kızları etkilemek, onların odağı olmak ve diğer kişilerden daha çok ilgi görmekti. Bunun böyle olmaması gerektiğini insanın içinden geldiği gibi çalmalıdır, bir düşünceye saplantıya bağlı kalmaksızın anlatmalıdır duygularını. En çok duygu yoğunluğuda sanırım sevdiğimiz birinden ayrıldığımızda yaşadığımız hayal kırıklığıdır. Bu duyguyla birlikte onun araksından oturup şiirler, şarkı sözleri hatta binlerce resim yapabiliriz. Hepsinin onu unutmak adına olduğunu söylesek bile aslında onu unutmamak adına yapılmış bir çabadır. "İstiyorsan beni inandır kalbimi." 
Glen Hansard'ın şarkı söylerken kendini kastığı anlar görülmeye değer. Bir anda kızarıyor adam.
Film izlemeyi seviyorsanız, müzik dinlemekde sizin bir parçanızsa bu filmi DİNLEYİN derim.
"Sanırım vaktimiz doldu, bırak çabalamayı
durup düşünme zamanı, nedir bizi alıkoyan
rahatça nefes almaktan
ve dürüst olmaktan.
Önümüzde bir engel yok, hazırsan eğer.
Hızla çarpan kalbim, yavaşlıyor gün geçtikçe
ve zaman kazınıyor
kurtarmak için kendini.
Küçük yaralarımız derinleşti
Farkettiğimiz zaman, çok geçti.
Döngülere sokmak için
ve yalanlar söylemek için...
Başımı döndürdün benim,
bense ayak uyduramadım sana.
Belki, biraz olsun ağırdan alsaydın,
görecektim, bana tek söylediğinin
yalan, yalan, yalan olduğunu.
Paramparça ettin bizi söylediğin
yalan, yalan, yalanlarla.
Ne zaman anlayacaksın?"

21 Kasım 2011 Pazartesi

Die Welle - Tehlikeli Oyunlar

"Otokrasi nedir? Monorşi gibi bir şey mi? Tam değil.
Otokrasi nedir? Kraterlerde yapılan oto yarışına denir. Çok ucuzdu gerçekten.
Otokrasi nedir? Diktatörlük olabilir mi? Evet, sayılır.
Otokrasi nedir? Biri veya birilerinin kitleye hükmetmesidir. Doğru.
Otokrasi: Yunancadan geliyor, saltıkçı (hükümdar) yönetim demek. Yani "oto" kendi, kendiliğinden demek ve "krasi" de hükmetmek, iktidar demek."

İnsanoğlu her şeyi kendi yapmaya çalışır, elinden geldiğince bunu yapabilir fakat bir oluşum, değişim yapmak kendi başınıza yapabileceğiniz bir şey değildir. Bir çok düşünceye, fikire ve insana ihtiyacınız vardır. Böyle bir grubu bulduktan sonra onları kaynaştırmaya, kendilerini birbirlerine anlatmaya ve bu oluşumu aileleri gibi görmeleri yeterli olacaktır. Zaten daha önce hissetmemiş olduğu bu duyguları hissettiği anda o oluşumun bireylerinden herhangi birisi için yapamayacağı şey kalmayacaktır. Bundan sonra o oluşumu kim kötülerse, bu oluşumu yıkmaya çalışırsa vay onun haline...
Henüz gelişim aşamasında olan çocukların beyinlerini yıkamak o kadarda zor değildir. Siz sadece kıvılcımı tutuştursanız yeter gerisini onlar halledecektir diyor: Dalga.
Bugün nike, adidas v.b. markalar bizi sömürmekte ve bunun da ne kadar farkındayız kimse bilmiyor. Belki de biliyor ama susmak daha kolay, ortama göre davranmak daha kolayına gidiyor. Artık gençler arasında bu tür önemli markaları giymeyenler dışlanıyor, ayıplanıyor. Oysa ne önemi vardır markanın, giyeceğin şeyin işlevi aynı değil midir? Öyleyse neden 5 liralık bir mala 100 lira verelim. Onların reklam bedellerini niye biz ödeyelim ki...
Aile sevgisinden uzak, kendilerini değerli bir şeyler yaptığına inandırmış ve hayat düzenini bunun üzerine kurmaya çalışan gençlerin hikayesi, izlemek isteyenlere.
Bu arada filmimizin ismi Telhikeli Oyunlar nam-ı diğer Dalga'dır. Türk sinema sitelerinde Tehlikeli Oyunlar diye adlandırıldığı için böyle yazıyorum fakat orjinali çevirisinin Dalga olduğunu da bilin.

20 Kasım 2011 Pazar

Ondskan - Şeytana Karşı

" İnsanların hayatını cehenneme çevirmenin yüzlerce yolu var."
Filmi izlerken bu çocuğun başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir diyebilirsiniz. Yeri gelip böyle şeyler gerçek olabilir mi ya bu nasıl bir eğitim sistemi, nasıl bir okul da diyebilirsiniz. Fakat gerçek şu ki film bizim dünyamızı değil İskandinav hayatına yönelik yapılmış bir film bu yüzden size abartılı gelen konular gerçek olamaz diye düşünmeyin. Burada da henüz bilmediğimiz öğretmenlerin, öğrencilerin olma ihtimali çok düşük olsada öyle bir ihtimalin olasılığı elbette vardır.
Bu film hem sosyal yaşamdan kesitler verirken, eğitim sistemini eleştiren bir yanı var. Bu nedenle beğenilme olasılığı çok daha yüksek. İçinde sosyal mesajlar veren, insanoğluna dersler verip nasihatlarda bulunan filmleri ayrı bir seviyorum.
Filmde korkusuz, cesur bir karakterle karşı karşıyayız ama bu karakter herkese meydan okurken korkusuz değildir onunda eline geçen bu son fırsatı iyi kullanıp okuldan atılmadan bir şekilde sınıfı geçmesi gerekmektedir. İnsan psikolojisinin çok iyi bir şekilde işlendiği ender filmlerden olduğu düşünmekteyim.
Bu soğuk diyardan gelen sıcak filmi izlemenizi isterim.
Ayrıca sadece Amerikan yapımı filmlerle kendinizi sınırlamayın mutlaka ama mutlaka açılın, diğer ülkelerin flimlerini izledikçe bana hak vereceğinizi düşünüyorum.
Birde başrolde yer alan eses oğlanımız gerçekten hiç sırıtmıyor son derece başarılı bir performans sergilemiş. 
"İnsanları hayvanlardan ayıran şey sadece akılları değil, ahlaklarıdır da."

19 Kasım 2011 Cumartesi

My Name Is Khan - Benim Adım Khan

"Korkunu bu kadar büyütürsen tüm amaçlarını engeller."
İnsan, tertemiz bir kimlikle, saf duygularla Dünya'ya gelir. Ailesinin inançlarına göre müslüman, hristiyan, budist olabilir. Aklı erdikten, herşeyin farkına vardıktan sonra artık kendi seçimlerini yapabilir. Hatta beyaz tenli, siyah tenli veya melez tenli olsanız bile insansınızdır. Ne siyah tenli hristiyanın müslümandan ne de beyaz tenli müslümanın beyaz tenli budist'den farkı yoktur. Hepimiz eşitizdir. Zamanla yaşadığımız bu Dünya'da herşeyi tamir etmeyi öğrnebiliriz fakat insan olmayı öğrenemeyiz, bu sizin içinizde var olan birşeydir demek istemiş: Benim Adım Khan filmimiz. "Dünyada sadece iki tür insan vardır. İyi şeyler yapan iyi insanlar ve kötülük yapan kötü insanlar."
Hayatınızdan kesitler bulacağınız, bilmediğiniz bilgiler öğreneceğiz ve sevdiğiniz kişilere daha farklı bakmanızı sağlayacak bu filmi izleyin. "İnsan deneyerek herşeyi başarabilir."
Dünya'nın size nasıl baktığı değil sizin Dünya'ya nasıl baktığınız önemlidir. Evet artık herkes Dünya'ya ayak uyduruyor ve kendine bile yalan söylüyor, değerlerinden ödün veriyor. O zaman nerede senin haysiyetin, şerefin... Kendini bile kandırmaktan utanmıyor insanoğlu. Sen sen ol yaşantından, kendinden utanma, doğru bildiğini yapmaktan çekinme. "Benim başörtüm sadece dini bir kimlik değildir. Aynı zamanda varoluşumun bir parçasıdır."
Shah Rukh Khan'ın üstün performansı görülmeye değer. Kajol'un ise her zamanki gibi yine beni duygulandırmayı başardığını açıkca söyleyebilirim.  
Filme kendinizi kaptırıp 2 saat 37 dakika 42 saniyelik süresinin ne zaman geçtiğini anlayamayacaksınız.
"Uyku beynini rahatlatır ve vücudun rahatmasını sağlar."

He's Just Not That Into You - Erkekler Ne Söyler Kadınlar Ne Anlar

Birbirinden farklı karakterlerin aşk hayatına ya da hayatındaki aşklarına konuk oluyoruz. Son derece sıcak bir anlatımla sıkılmadan sonuna kadar zevkle izliyorsunuz. Her karakterin kendine özgü sıkıntıları var ve bunların üstesinden nasıl gelebilecekleri ya da ne yapacaklarını izliyoruz film boyunca. 
Filmde yer alan aşk hikayelerinde verilen bazı mesajlardan şöyle söz edebilirim:
"Herkes hoşlandığı kişiyle birlikte olamaz ya da senin hoşlandığın her zaman senden hoşlanacak diye bir kural yoktur."
"Her aşk evlilikle sonuçlanmak zorunda değildir. Seviyorsan, mutluysan buna bir ad koyma zorunluluğun yoktur."
"Her yapılanı kendince yorumlamaya kalkma, eğer kalkarsan her seferinde hüsranla yerine oturursun."
"Aşk herkesde aynı etkiyi oluşturur. Mantıklı düşünemez, olağandışı hareketlerde bulunursunuz."
"Aşık olmak için kurallara, işaretlere ihtiyacın yok. Kuralsız ve zamansız bir şeydir aşk."
"Aşk aramayla bulunmaz. Hele ki sanalda :)"
Bunun ve benzeri mesajları içeriyordu. Yazamadıklarımda vardır elbet ama şimdilik aklıma gelenler bunlar. Filmde yer alan usta oyuncuları da göz önünde bulunduracak olursak son derece keyifli vakit geçirebileceğinizden emin olabilirsiniz. Filmde abartılar yok muydu elbette vardı fakat bunlar o kadar küçük detaylardı ki diğer güzel olaylar onları görmezden gelmeme neden oluyor.
Hayatın içinde her zaman karşılaşabileceğimiz olayları fazlasıyla barındırıyor. Ben burada ne kadar filmi anlatsamda anlatacaklarım izleyip sizin anlayacaklarınızdan fazla olamayacaktır.

17 Kasım 2011 Perşembe

Hunger - Açlık

Film başladığında bir an için isminin ilk anlamını yansıtmadığını düşünmüştüm. İnsanın şiddete, işkenceye olan açlığını izleyiciye yansıtacak diye geçirmiştim fakat bir süre sonra olay tam tersine dönüp tam anlamını verdi.
Öyle her insana hitap edecek tarzda bir film olmadığını başta belirteyim. Sinemasever biriyseniz veya ağır filmler izlemeyi seviyorsanız izleyebilirsiniz. Yoksa bu film sizin için çekilmez olur hatta ilk 10. dakikasında bile sıkılıp kapatabilirsiniz. Bu yüzden izlemeden önce bunu kaldırabileceğinizden emin olun.
Politik açıdan geçmişte yaşanmış bir olayı beyazperdeye aktarmak istemiş yönetmenimiz ve diyaloglardan çok diyalogsuz karelere yer vermiş filmde.
Dünya'da hep İnsan Hakları konuşulur. Öyle işkencelere, idamlara artık yer kalmamıştır, güya... Bu filmde işkenceleri, insan yerine konmayan mahkumları bol miktarda görmekteyiz oysa. Bu konuyu uzatıp farklı yerlere çekmek istemiyorum. 
Benim şahsi görüşüme gelince bana hitap etmeyen bir filmdi. Evet sonuna kadar sabredip izledim. Acaba bişeyler mi olacak, birşeyler mi çıkacak diye bekleyip durdum. Sonunda birşeyler çıksın bir final olsun bari dedim onuda bulamadım. Filme kendimi veremedim bir bütünlük göremedim malesef. Benim için beklentimi yüksek tuttuğum fakat vasat bir yapımla karşılaştığım film olarak geçecek: Açlık. Belki İngilizlerin, İrlandalıların değilde Somali'de aç kalmış insanların yaşantıları beyazperdeye aktarılmış olsaydı beğenme oranım daha fazla olurdu. 

16 Kasım 2011 Çarşamba

Kokuhaku - İtiraflar

"Güçsüz, her zaman kendinden güçsüz olanı incitir."
Bu film için uzunca metinler yazabilirim. Buraya ne yazarsam yazayım hangi cümleyi kurarsam kurayım bu filmi spoiler vermeden anlatmam. Onun için yüzeysel bir şekilde vurgulamak istediğim yerleri vurgulayarak ve film içinden seçtiğim replikleri serpiştirerek bir anlatım yapmaya çalışacağım.
"Yapar mıyım hiç öyle bir şey?"
Psikolojik bir buhram içine girmiş insanları çok iyi yansıtmış olan bir film, o insanların yerine kendimizi koyduğumuzda neler yapabileceğimizi hiç tahmin edemeyeceğimiz hatta o insanların yerine kendimizi koyamayacağımız bir yapım olmuş.
Film içinde barındırdığı soundtrackler'le bana Amerikan bir yapımmış gibi hissetmeme neden oldu ve filmde yer alan bütün soundtrack'leri sevdim. İçinde yer alan bir sahneden ötürü Hint filmlerinede gittim geldim. Tam anlamıyla her Ülke sinemaseverlerine hitap etmesi için yapılmış diyebilirim. 
"O anda, duyduğum şey değer verdiğim bir şeyin yok oluşunun sesiydi."
Filmde yer alan çocukların performansları görülmeye değer. Hiç sırıtmadan gayet başarılı bir şekilde oynamışlar. Esas kızımızında soğukkanlı davranışları beni fazlasıyla memnun etmiştir.
Film içinde yer alan yüksek sesli kahkalar, gülüşmeler ve yer yer abartılı çığlıkların beni memnun etmeyen tek yer olduğunuda belirteyim.
Onca izlediğim uzak doğu intikam filmlerinden sonra şunu rahatlıkla söyleyebilirim: İntikam, uzak doğu'da yenen bir yemektir.
"Her bir yaşam kıymetlidir.
Her bir yaşam güzeldir.
Bu Dünyadaki hiçbir yaşam silip atılamaz!"

15 Kasım 2011 Salı

İki Fantastik Film Birden

   Green Lantern - Yeşil Fener                                                                        Conan The Barbarian

                                      

İki filmimizde aynı düzeyde sayılabilir. Her ikiside fantastik olarak nitelendiğimiz kategori içerisinde yer almakta. Yeşil Fener filmi her anı bol aksiyonlu olarak geçmesede izlenilemeyecek kadar kötü değildir. İçine yer yer aşk'ın yer yer aksiyonun azıcıkda olsa komedi'nin yer verildiğini görmekteyiz. Filmin ana mesajı: İnsanlığın takdir edilmesi gerektiği ve yenilgiyi kabullenmek yerine içimizin en derin yerinde barındırdığımız ve bizim dahi henüz farkında olmadığımız yönümüzü ortaya çıkartmamız gerektiğiydi. Ayrıca korkmanın ecele faydası olmadığını bir kez daha vurgulanmakta. Oyunculuklar olması gerektirdiği gibiydi aşırı iyi bir performans göremedim. Conan filmimizin başlangıcı olağandışı bir başlangıçla başlamış olsada sonrasında toparlanmaya çalışıldığını söyleyebilirim. Gerçi bu tarz filmler hep aynıdır bizim Malkoçoğlu, Kara Murat tarzında elinde bir kılıçla bütün orduya kaşı. Bizim filmler çekilirken bu teknolojiler olsaydı onlarda bu kadar rağbet görürlerdi. Filmde sürekli bir aksiyonun olması sizi filmden koparmıyor. Filmde yapılan en güzel şey kıyafetler ve seçilen doğa ortamlarıydı. Game Of Thrones dizisinden de tanıdığımız Jason Mormoa tam rolüne oturmuş. Dizide daha suskun bir karakteri oynayan Mormoa burada daha konuşkan bir tavır sergilemekte. Her iki filmde oynayan esas kızlarımız filmi daha bir izlenilebilir kılmakta. Sonuç itibariyle herkesin ekran başına geçip sonunu bir anda getirebileceği filmlerden. Gerçek sinema seyircisini pek memnun edecek tipde değiller. Fakat onlarında arada böyle akıcı filmler izlemeye gereksinimleri vardır o anlarda izlemekten çekinmesinler.

14 Kasım 2011 Pazartesi

The Kite Runner - Uçurtma Avcısı

"Çocuklar boyama kitabı değildir. Onları en sevdiğin renge boyayamazsın."
Sizin hiç uçurtmanız oldu mu? Benim oldu, evet o şanslı çocuklardan biriydim. Fakat hep elektrik direklerine ya da telefon direklerinin kablolarına takılırdı, öyle gökyüzünde gönlümce uzun bir süre uçuramadım. Şimdiki çocukları düşününce ne mutluymuş kendime diyorum.
Aynı evde büyüyen iki yaşıt çocuğun yaşadıkları hiç unutulamaz sanırım. Biz arkadaşlarımıza hep sadığız, onlara hep doğruyu söyler, yalandan sakınırız çünkü onlar dostumuzdur yalan söyleme gereği hissetmeyiz. Sırlarımızı onlarla paylaşırız, onlar bizim karşılıksız güven duyduğumuz kişilerdir. "Biz kurşunlarımızla anlaşırız, arkadaşım!"
Onun her mutlu anında, her hüzünlü anında, yardıma ihtiyacı olduğu anda, onun yanında olmaktan mutlu oluyorsunuz. Onun için herşeyi yapmaya hazırsınız. Peki o sizin içinde aynı hisleri duyuyor mu? Bu soruyu hiç sorma gereği hissetmeyiz, neden böyle düşünelim ki. Biz dostuz, çıkar ilişkisi yaşamıyoruz ki... "Adil hesaplaşma anlayışınızı sevdim, bayım."
Pişmanlık ne acı bir duygudur. O an yaptınız yaptınız yoksa ömür boyu sizin yüreğinize oturacak kocaman bir taş olur pişmanlık. Kendinizi affettirmek için onca marifetlere girersiniz ama o taşı kesinlikle indiremezsiniz, sadece ağırlığını eksitebilirsiniz. Bu yüzden birşeyler yapmadan önce iki kere düşünün diyor: Uçurtma avcısı.
Çocukların içten, samimi oyunculuklarını seveceğinizden eminim. Diğer oyunculuklarda sırıtmıyor, sıcacık bir film sizi ısıtmak istiyor.
"Geldiysek buraya uyumaya, uyuşuk kullarındanız.
Geldiysek uyanmaya, onun ellerindeyiz.
Geldiysek ağlamaya, bulutları yağmur dolar.
Geldiysek gülmeye, onun şimşeği oluruz.
Geldiysek öfkeye ve savaşa, cevabı gazabı olur.
Geldiysek barışa ve af dilemeye, cevabı sevgisi olur.
Bu karmaşık Dünya kimiz biz?"

13 Kasım 2011 Pazar

The Man From Earth - Dünyalı

"Saatler zamanı ölçer. - Hayır, saatler kendilerini ölçer. Bir saatin referansı yine bir başka saattir."
Bazı filmler vardır. Aksiyonu bol ve son derece akıcı olanlar. Bu filmleri izlemeyi herkes sever ve film bittiğinde aklını yormayan düşünmesine neden olmayan ve sadece göz zevkine hitap eden bir film izlemiş olur. Bazı filmlerde vardır. Çok düşük imkanlarlarla ve sadece tek bir mekanda geçen, oynayanların sayısı 1 ila 8'i geçmeyen filmler. Bunların bize anlattığı şeylerle ufkumuzun genişlemesine, bilgi dağarcığımıza yeni bilgilerin eklenmesine yol açar. Bu tarife uyan filmlerden biri de budur işte.
Film de aynı mekanı görmekten ve aynı kişilerin muhabbetlerinin dönüp durmasından hiç mi hiç sıkılmadım. Bu sıkılmamamın nedenini de senaristimize ve yönetmenimize borçluyum diye düşünmekteyim. Son derece ilginç konulara temas edilmesi, her daim konuşulacak yeni bilgilerin gün ışığına çıkarılması sizin ekrana odaklanmanız için yeterli oluyor.
Akıl oyunlarının bolca oynandığı, tartışmaların yaşandığı ve günümüzdeki tartışmalara atıfda bulunarak asıl tartışmaların nasıl olması gerektiğini gösteren bir yapım.
Film aslında aklınızla oyunlar oynuyor; olabilirlik ya da olamazlık arasındaki çelişkiyi yansıtıyor. Sizde oturduğunuz yerden bunu düşünmeye çalışıyorsunuz.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Keulraesik - Klasik

"Kasvetli ay ışığı beklenmedik bir anda, gölgeni vurdu pencereme."
Aşk öyle ilk gördüğün anda hissedebileceğin birşeydir. Dünyada herkesi bir anda unutup sadece onunla vakit geçirebilmektir. Onsuzken onu düşünebilmektir. Gelecekte onunla ilgili hayaller kurmaktır. Yağmurda ıslanmaktır. Senden bir parçanın onda olmasını istemektir demiş Keulraesik.
İnsanoğlu çoğu zaman arkadaşıyla, sevdiği arasında kalmak durumunda olabiliyor. Bunların çoğunda birini hayatından çıkarmak durumunda kalıyor. Orta yolu bulabilmek, her ikisinede sahip olabilmek istesede onlarlada yapamıyor, onlarsızda...
Yönetmenimizden son derece içten ve sıcak bir anlatımla izlemekteyiz filmi. O Amerikan romantik filmlerinde bulamadığınız içtenliği, samimili Uzak doğu filmlerinde bulacağınızdan emin olabilirsiniz.
Filmin en önemli kesitlerinden biride size Soundtrack şöleni yaşatmasıdır.
Ye-iin Son yine döktürmüş onun o masumluğu ve gözlerinden yaşlarının süzülmesini öyle doğal buluyorum ki, onun gibi başka bir aktrist'e henüz rastlayamadım.
"Güneş, denizin üstünde parıldadığında; seni düşünüyorum.
Baharda, donuk ay ışığında; seni düşünüyorum."

İncendies - İçimdeki Yangın

"Ne bir mezar taşı ne de ismimim bir yere yazılmasını istiyorum. Sözünü yerine getiremeyenlerin mezar taşı olmaz."
Görsel şölenlikden uzak, ticaret uğruna çekilmemiş, gerçek sinema izleyicisine hitap eden, içtenliğin, samimiliğin bulunduğu bu filmi izleyin, izlettirin.
"Çocukluk; insanın boğazına oturan bir yumru gibidir, kolay kolay yutulamaz."
Bir Anne'nin çocukları için neler yapabileceğini kimse bilemez. Onun yaşadığı duyguları asla hissedemez. Ölümünden sonra bile bize birşeyler öğretir, anlatır. Yaşarken onun kötü olduğunu bile hissetmediğimiz her daim mutlu görünen güçlü Anne'lerimizi anlatan başına gelenleri asla kabullenemeyeceğimiz bir yapımdır: İçimdeki Yangın.
"13 yıl boyunca, aynı kişiye baktığınız oldu mu hiç? İtiraf ettirmek için her şeyi yaptılar. Bitirdiklerinde hala dimdik duruyor, gözlerinin içine bakıyordu. Böyle bir şeyi hayatımda görmedim. Asla diz çökmedi. Sinir bozucuydu."
Birbirine yabancı ikiz kardeşleri bir araya getiren Anne'mizin ölümü ile başlayan. Yaşayacaklarından sonra; "Hep beraber olmaktan daha güzel bir şey yoktur" cümlesini kavrayacak ikiz kardeşler olacaklardır.
Özlem, öfke, isyan duygularının çok iyi işlendiği ve seyirciye aktarıldığı bir film. Ne kadar durağan bir film olsada içinde barındırdığı gizem filme odaklanmanıza neden olacaktır. Ayrıca filmde yer alan bazı oyuncuların Türk'lere benzemesi sizi daha çok filme bağlayacaktır diye düşünmekteyim.
Replikler mi:
"Bazen en iyi şey hiçbirşey bilmemektir."
"Bir artı bir iki eder, bir etmez." Bir artı bir, bir eder mi?"
"Yakında sessizliğe gömüleceksin. Biliyorum. Çünkü gerçeklerin karşısında herkesin susması gerekir."

The Stoning Of Soraya M. - Şoraya'yı Taşlamak

"Sesimi de al götür buralardan."
Çocuklarının geleceği uğruna kocasından ayrılmayı reddeden ama yinede kocamdır diye evinden ayrılamayan, yaptığı onca davranışa nazaran hep kocasının kadını, çocuklarının annesi olmayı başaran bir kadının öyküsünü ibretle izlemekteyiz.
İnsanoğlunun kendi çıkarları doğrultusunda göze alamayacağı, yapamayacağı, söylemeyeceği söz yoktur mesajını bize açıkca iletmiştir yönetmen.
Oysa nedendir bu kavga, bunca yalan? Güzel güzel geçinip gitsek şu Dünya'da olmaz mı? Ama yok damarlarımızda akan kan gibi, hücrelerimize hucüm eden şeytan'a karşı koyamıyoruz.
Bir yerde biri fısıldadı mı, o fısıltı ona on katılarak aktarılır. Heleki bulunduğunuz yer küçük bir köy ise. İnsana'da koyan budur ya: Tanıdığınız, sevdiğiniz, komşunuz bildiğiniz, babanız, çocuklarınız ve kocanız olanların bunları yapması.
İzlerken insanın sinir katsayılarını artıran ve kızgınlıkla söylenmeden edemediğiniz gerçek bir hikayedir: Şoraya'yı Taşlamak.
"Melekler uçuyor Anne."
Süreyya karakterini canlandıran Mozhan Marnò'yu gayet başarılı buldum. Filmin en can alıcı yerlerinde bile zorlanmadığını gördüm.
"Köyümüz Dünya'ya bir örnek olmayacak mıydı?"

11 Kasım 2011 Cuma

The Hurricane - Onaltıncı Raund

"Beni içeriye nefret soktu, sevgi çıkaracak." 
Film içinde barındırdığı birçok duyguyla sizin ekran başına kilitlenmenize neden oluyor. Yer yer sinirleniyorsunuz, kızıyorsunuz, yer yer haksızlığa dayanamayıp orada olsaydım diyorsunuz, yer yer sizi duygu yoğunluğuna boğup üzülmenize sebep oluyor ve Denzel'in düştüğü duruma acıyorsunuz.
Irkçılıkla başlayan bir ilişki zamanla kişisel bir savaşa dönüşüyor ve yıllar ilerledikçe başarılarla dolu bir hayat geçiren zenciyi kıskanıyorsunuz elinizden gelen ne varsa ortaya koyup onun bu başarısının göz ardı edilmesine, ömür boyu hapiste kalacak komplonun kurulmasına nail olan karaktersiz, kişiliksiz bir polis üzerine kurulu tema var filmde.
Sokakta bir kavga görsek kim gidip ayırmaya kalkar. Bir haksızlık olduğu zaman çoğu insanın yaptığı kolay olan göz yummak ve 3 maymunu oynamaktır. Oysa bu durumlara başkaldıran dürüstlüğün, doğrulun ne kadar önemli bir durum olduğunu, her ne kadar bize yalan söylememiz için bir çok şey vaat etselerde onlara kanmadan doğru yolda ilerlememiz gerektiği vurgulanmakta. Bunların yanında birçok sosyal mesajda var. Bunlar özellikle; sevgi, nefret, adalet sistemi konularında yer almakta.
Tamamiyle ırkçılık üzerine durulmadığı için, bunun üzerinde en önemli noktaya doğru bir şekilde temas ettiği için izlediğim en iyi Irkçılığı yansıtan filmdi. Bunu çok net bir şekilde söylüyorum.
Gelelim Denzel'a onun bu üstün performansı filmi beğenmenize en büyük etkenlerden biri olacaktır. Bu performansı sadece benim tarafımdan değil bütün Hollywood tarafından gözlemlenmiş ve kendisine bu üstün başarısından dolayı En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını kazandırmıştır.
"Bazen okuyacağımız kitapları biz değil, onlar bizi seçer."
Duygularınızı sanki yaşarcasına hissedeceğiniz bir filmdir: Onaltıncı Raund.
Biyografiden beyazperde uyarlanmış olması filmin beğeni oranını artırmaktadır.

Friends With Benefits - Arkadaştan Öte

"Kilo mu vereceksin, yemeyi kes şişko. Para mı kazanmak istiyorsun, kaldır kıçını, tembel. Mutlu mu olmak istiyorsun, sevdiğin bir adam bul ve onu bırakma."
İlişkiler üzerine kurulu yüzlerce film, şarkı, şiir vb. şeyler vardır. Hepsi bu Dünya üzerindeki insanlara hitap etmektedir. Fakat her insan için aynı anlam ve ifadeyi vurgulamaz. Kimisinin yarasına dokunur, kimisininse hiç yaşamadığı ve anlamadığı duyguları anlatır. Bu tarzda bir filmdir: Arkadaştan Öte.
Artık klişeleşmiş bir cümlelerdir: Sen çok iyisin, sorun sende değil sorun bende, herşeye rağmen arkadaş kalabiliriz. Bunları duyduğunuzda kaçın ve onu bir daha görmek değil aramak bile istemeyin.
Bu tümceleri kimse duymak istemez. İnsan kendi kendine sorular sormaya başlar nasıl olurda onca şey yaşadığın birini arkadaş olarak görebilirsin ki?  "Bazen evet ya da hayır demen yeterlidir."
Eğlenceli, içten bir film olmuş. Justin ve Mila'nın sırıtmayan oyunculuklarını beğendim.
Bir de filmde az da olsa New York ve L.A.'yi gezme fırsatı yakalıyorsunuz.

The Legend Of 1900 - 1900 Efsanesi

"Sanırım siz kara insanları zamanınızın çoğunu "Neden?"diye sorarak boşa harcıyorsunuz." 
Her insan doğar, büyür, yaşar ve sonunda ölür. Sen Kasaba'da yaşamışın, o Şehir'de yaşamış bu da bir Okyanus'da hiçbir farklılığı yoktur. Önemli olan bu yaşadığı süreye neler sığdırabildiğidir.
Günümüzde var olmadığından o kadar emin olduğumuz bir efsane izliyoruz. O kadar saf, o kadar temiz duygularla dolu ki çervesine sadece iyilik saçabiliyor. Örneğin düello sırasında kazanmak ya da kaybetmenin ne önemi olduğunu bile bilmiyor. İnsanları yarışa sokma, kendini diğerlerinden üstün görme, giyimiyle, kuşamıyla etrafındakilere farklı olduğu hissine kaptırmaya çalışma çabası nederdir bilmiyor. Her insanın farklı özellikleri, farklı yetenekleri vardır. Herkesin yapması gereken 1900'ün yaptığı gibi karşındakine saygı duyup onun yeteneklerinden, izlenimlerinden, deneyimlerinden birşeyler öğrenmektir.
Filmin içinde yer alan ufak bir romantizmin parçasına da değinmeden geçemeyeceğim. Bu olayda tamamiyle aşk'ın tarifi yapıldığına inanıyorum. Aşk: karşındakini saatlerce süzüp sana doğru gelirken konuşmak isteyipde hiçbirşey söyleyememektir. Aynı zamanda aynanın karşısına geçip ona söylemek istediklerinin provasını yapmaktır. Onu görünce Dünya ile ilişkini kesmektir demek istemişler.
Filmin en beğendiğim karesi filmin sonunda gemi içinde geçen konuşmadır. Orada bütün insanlığa, şehirlere alenen gönderme yapılmıştır.
Filmin beğenmediğim tek tarafı ise insanların Amerika rüyalarının olmasıydı. Ömrü boyunca bunu hayal etmiş ve sonunda başarmışcasına anlatılmış. Dünya'da tek ülke Amerika'ymışcasına hayaller kurulmuş. Ayrıca yüksek sesle sürekli Amerika diye bağrılması sanki izleyici üzerinde etki bıraklımaya çalışmış hissi verdi bana. Bu benim düşüncem belkide Amerika'ya karşı antipatimden geliyordur bilemiyorum. Ayrıeten bunu yapmaları gayet normal sonuçta Amerika bu piyasanın lideri konumunda. Ticari amaçlı olarak bunu yapabilirler.
Filmi izlerken en çok dikkamiti çeken şey hikayemizi anlatan adamımızın gözleriydi. Sürekli bir hareket halindeler hiç sabitlenmiyorlardı. Filmi izlerken acaba bunu bilerek mi yapıyor yoksa bir rahatsızlığımı var. Emin olamadım.

Wristcutters: A Love Story - Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikâyesi

"Kim bundan daha iyi bir ceza düşünebilir ki?"
Hayatımızda kim sevgilisinden ayrılmadı? Elbet herkes bir zamanlar sevdiğinden ayrı kalmıştır, ayrılmıştır, terk edilmiştir. Bu çoğumuzun başına gelmiştir. Belki gelmeyenlerde olabilir fakat bunu çok güçlü olmasada hepimiz hissetmişizdir. Kimisi 3-5 yıllık bir ilişkiden ayrılmış, kimisi ise 6 ay 1 sene arası ilişkisinden ayrılmıştır. Daha kısa olanları kayda değer bulmuyorum onların pek etkisi olmamıştır hayatımızda fakat bu uzun çaplı ilişkilerin sonucunda bir iz bırakmıştır bize. Bu izler hayatımız boyunca kalıcı olmayı başarmıştır. Ayrılıktan sonra girilen buhram, odalara kapanmalar, herşeyden soyutlanma... İnsanı buhrama iten ve en sonunda artık dayanamayıp intiharlara yol açan ilişkiler. Çoğumuz intihar girişimini düşünmüş fakat işleve koymamıştır. Bu olaylardan sonra hep hayatı irdeler çeşitli sorular sorarız. Neden bizim başımıza geldiğine anlam veremiyiz. "Böyle adil olmayan bir hayatı yaşamanın ne anlamı var?" Oysa bilmeliyizki; hayırlısı neyse o olmuştur.
Filmde esas oğlanımız ise bu ayrılığın sonuçlarına katlanamayıp intihar girişimine bulunanlardan yana oluyor. Ardından o ve onun gibi diğer intihar girişiminde bulunanların iç dünyasına giriyoruz.
Yönetmenimizden farklı bir bakış açısı ve ilişkileri irdeleyen bir anlatım. Gayet keyifli ve içten gelen bir film olmuş. İzlerken sıkılmayacağınız ve kısa olan süresiyle de size gayet cazip gelen bir yapımdır: Bilek Kesenler: Bir Aşk Hikâyesi.

Çanakkale Savaşı

"Bugün Tabur Komutanımız Yüzbaşı Halis Bey bölük ve takım komutanlarını topladı, kolordunun hazırladığı savunma planını açıkladı. Alay Komutanımızın emrini okudu. Kendi de bazı öğütlerde bulundu. Hepimize sevgiyle bakarak, 'Size fazla bir şey söylemeye gerek yok "dedi," ..Asker bugünkü ruhu korusun, yeter!' O ruhu kazandırmak için çok çalışmıştık. Köylü, askere düzgün yürümeyi, hele koşmayı bilmeden geliyor. Görünüşleri hiç güven vermiyor. Okuma yazma bilen yok. Şaşılacak kadar bilgisizler. Çünkü devlet bu talihsizleri ancak askere ihtiyacı olunca hatırlıyor. Biz yalnız bedenlerini değil, ruhlarını ve beyinlerini de çalıştırdık. Kafaları hurafa doluydu. Dinimizin güzel kurallarını açıklayarak kafalarını hurafelerden temizledik. Milletimizin büyüklüğünü, tarihimizin zenginliğini anlattık. Çoğu, vatan, Türkiye, millet, sancak, bağımsızlık gibi sözcükleri ilk kez duydu, ne olduklarını öğrendi. Günümüzn kurallarına göre savaşmayı da öğrettik. Anadolu çocuklarına karavana çok yapıyor. O gösterişsiz, yoksul, hasta gibi duran köylüler doğruldular, dikildiler, kıvraklaştılar, hızlandılar. Demir gibi imanları ile yeni kazandıkları milli duygu kaynaştı, bilgiyle birleşti, yenilmez, yılmaz bir ruh yarattı. Şimdi askerin öyle babayiğit, öyle kendinden emin, öyle farklı bir duruşu var ki hepimiz iftihar ediyoruz. Tatbikatlarda bir tepeden öbür tepeye rüzgar gibi koştuklarını görmek insanı heyecanlandırıyor. Evellallah sömürgecileri yeneceğiz."
(27. Alay 3. Tabur Takım Komutanlarından Asteğmen Mucip Kemalyeri'nin anı defterinden)

Erin Brockovich - Tatlı Bela

"Beni kızdıran iki şey vardır: İhmal edilmek ve yalan söylenmek."
Hepimizin sorunudur güvenmek. Karşımızdakinin anlattıklarına inanır, söylediklerini doğru olarak kabul ederiz. Hiç bunun yanlış olma olasılığını ya da doğruluğunu araştırma gereği hissetmeyiz. Özellikle 28 Milyar Dolarlık bir kuruluş olan şirketin söylediklerine ve bizim için yaptıkları iyilik sever hareketlere hemen inanırız. Biz iyi insanlarız karşımızdakini de iyi görürüz. Karşıdakimizin niyetini anca dışarıdan bakan bir çift göz tespit edebilir ve bize doğruluğunu kanıtlayabilir.
3 çocuk Anası, eski güzellik kraliçesi ve işsiz. İşte harika bir referans: "İşsizim." Hayat ona oynanabilecek bütün kötü oyunları oynamakta. Oysa her zaman buna karşı savaşmakta ve yenilgiyi asla kabul etmemekte. Israrcı kişiliği, ikna yeteneği ve canayakın tavırlarıyla gerçekte yaşamış bir karakter.
En nihayetinde bir işe sahip oluyor, kendisini işine adıyor ve insanlara yapılan onca kötülüğü iyi niyetliymiş gibi göstermek isteyen bir şirkete karşı tavır alıyor. Paradan vazgeçip, bu insanların yaşadığı onca acının intikamını almak istiyor. Onlara söylenen yalanları günyüzüne çıkarmak ve tüm gerçeği bütün Dünya'ya duyurmak için çabalıyor. Size kötü oyunlar oynayan Hayat bu sefer yüzünüze gülüyor ve her dara sıkıştığınızda bir yardım eli uzanıyor.
Avukat olmak için okursunuz, çok çalışırsınız bir şekilde bunu başarabilirsiniz. Oysa insan olmak için çok çalışmanızın, okumanızın hiçbir katkısı yoktur, insanlık içinde bulunan iyi duyguların barındırılması ve gerektiğinde bunun dışa vurulmasıdır.
Diğer insanlara sorulması gereken soru da şudur: "Geceleri nasıl uyuyabildiğini merak ediyorum."
Julia Roberts'dan eşsiz bir performans. Tek başına filmi almış götürmüş. Hollywood onun bu performansına Oscar vermemiş olsaydı onlar hakkında ciddi şüphelerim oluşurdu.
"Senin sorunun da bu: Çirkin ayakkabılarda iki yanlış ayak." 
Sizi içten ve sıcak anlatımla içine çekecek gerçek bir hikaye.

Animal Kingdom

"Düzenbazların sonu hiçbir zaman hayırlı olmaz." 
Ailemizi seçme olasılığımız yoktur. Bizi Dünya'ya getiren insanlardır ailelerimiz. Onları kişisel olarak iyi ya da kötü diye nitelendirsek bile ailemiz olmadıklarını asla söyleyemeyiz. Onlarla herşeyi paylaşır, birbirimizin sırlarını saklarız. Onları başlarına gelebilecek her türlü beladan uzak tutmak için elimizden geleni yaparız. Onlar için yalan söyleriz. Yeri gelir onlara sinir oluruz, bağırırız, kızarız, dövmek isteriz ama hiçbir zaman onlardan ayrı da olamayız. Sonuçta onlar bizim Ailemiz.
"Önümüze kim gelirse günahımızı ondan çıkarttık."
Film içinde kötü olayları güzel cümlelerle anlatan, insanlara bunu iyi bir şeymiş gibi lanse eden ve bunun iyi olduğunu kabullendiren bir yapımdı. Günlük hayatımızda böyle şeylerin farkında olmasakda bunları yaşıyoruz. "Ama hergün, yeni bir gün." 
Hayatı yeni anlamlandırmaya başlamış bir çocuğun gözünden ailesini ve kirli işlerini görüyoruz. Görmekle kalmıyoruz adeta kendimizi olayın içine sokuyoruz. Yönetmenin bu anlatımını çok beğendim az ve öz cümlelerin kurulduğu daha çok beden dili ve yavaş çekimlerle olayların anlatıldığı, soundtrack'lerle bunların desteklendiği bir filmdir; Animal Kingdom.
"Güçlü olunduğu için hayatta kalınıyor ve her şey anlamını buluyor. Fakat her şey güçlü olduğu için hayatta kalmaz, bazı varlıklar zayıftır. Herhangi bir sebepten ötürü güçlü tarafından korundukları için hayatta kalırlar."

Reign Over Me - Hayatı Yakala

"Seyahate çıkıyorsun ve kendini keşfediyorsun."
Her insan içinden geçeni yapmak ister. Dışarı çıkıp gönlünce eğlenmek, gezmek, evde kaldığı süre içinde bile keyif alacağı şeylerle uğraşmayı çok sever. Kendisi yapamıyorsa, çevresinde bunları yapan biri olduğu zaman kesinlikle onu kıskanır. Şu anda bunları yapmak neredeyse imkansız. Herkes geçim derdine düşmüş. Bugün karnımızı doyurduk yarın ne yapacağız acaba diye düşünür durumda. Fakat bu insanlar hep bunun hayaliyle yaşar durur.
Hayatda acı çekmeyen, üzülmeyen insan yoktur. Er ya da geç bu duyguyla tanışıyoruz. En küçük acı bile insanın dengesini bozabilirken çok büyük bir acının bir insana neler yapabileceğini hiçbirimiz canlandıramayız. Mutlu olmak için bir dk. öncesini bile hatırlamamak isteyenler olduğu gibi geçmişte yaşadığı onca güzel şeyleri düşünüp mutlu olabilen insanlar vardır. Kimimiz bu acıya neden olan olayda kaybettiklerimizi hatırlamamaya çalışır, kimimizse onları asla unutmamak için uğraş veririz. Hangisinin daha doğru olduğuna anca siz karar verebilirsiniz. Başkasının sizin yerinize karar vermesi bile düşünülemez.
Hayat üzerine kurulu; duymak, görmek, hatırlamak işlevlerine dayalı prestijli bir film.
Adam Sanler filmin genelinde başarılıydı. Onun bu tarz filmlerini çoğaltması gerek.
Replik mi dediniz:
"Sabit fikirli olmasam iyi olacak sanırım."
"Kimsenin bu kadar güzel bakmaya hakkı yok."
"Seni iyi yapan şey ne?"
"Sahte insanlara sahte diş takmaktan nefret ediyorum."

Caché - Saklı

"Basitçe bana güvensen olmaz mı?"
Bir ailenin kendi içinde yaşamış olduğu sıkıntıları, sakladıkları olayları geniş bir anlamda anlatan bir yapım olmuş. Film öyle gerçekci ilerliyor ki, bir an için sıkılmıyorsunuz. Yönetmenimiz eve gelen kasetlerin ve olayların işleyişini o kadar güzel anlatmış ki her daim olaydan kopmamak için ekrana bağlanıyorsunuz. Fransız yapımlarına özel bir has oldu artık bu durum. Hep bir merak unsuru yer almakta ve gizemli bir hava oluşturulmakta.
Olayda aslen babamızın hatalı olmasına karşın karısına baskın çıkıp kendini haklıymış gibi göstermesi ve ona olan güvensizlik konusuna temas etmesi, çocuklarına istediğini aldıkları ve yediği önünde yemediği arkasında daha ne isteyebilir ki diye düşünülüp ilgi gösterilmemesi, onun iç dünyasında yaşadığı sıkıntıların hiçbir zaman hissedilememesi vurgulanmakta. Geçmişte hepimiz hatalar yaparız, o günlerden sır saklarız. Bu hatalar ve bu sırlar yaşamımız boyunca birlikte olmak istediğimiz karımızdan saklanmalı mıdır?
En büyük  hayal gücü sahipleri çocuklarındır. Siz onlara gereken ilgiyi göstermezseniz o hayal güçlerinin nereye gideceğine inanamazsınız...
Bu Fransız yapımında farklı bir tat, farklı bir hava var. Filmin sonu umduğunuz gibi olmayabilir ve çoğunuzu hayal kırıklığına uğratabilir. Fakat yönetmenimizin anlatmak istediğini anlattığını düşünerek, diğer filmlerde olduğu gibi bir son yapmayarak bu filmin farkını ortaya koyduğunu hissetmekteyim. 
"Sahip olduğumuz şeyleri kaybetmemek için neler yapmayız?"

Persepolis

"Hayatında bir sürü serseriyle tanışacaksın. Unutma, onları kötü olmaya iten şey aptallıklarıdır. Bunu bilmek yaptıkları kötülüklere cevap vermeni engeller. Çünkü intikamdan ve sertlikten daha kötü bir şey yoktur."
Politik olan bu film, bir çocuğun gözünden anca bu kadar güzel anlatılabilirdi. Yaşananlar, anlatılanlar, görünenler ve daha bir çok öğesiyle ses getiren bir yapım olmuş. Vermiş olduğu bir çok mesajı kendimize uyarlamamız mümkündür. Bu filmden çıkarabileceğimiz bir çok ders yer almakta. Can alıcı mesajıysa; kendimize karşı her zaman dürüst olmamız gerektiğidir. Filmde yaşanan birçok örnekte olduğu gibi doğduğumuz yerden, kendimizden utanıyor,  ve yeni tanıtştıklarımızdan gerçeği gizliyoruz, korunmak için başkalarına suçlu imajı veriyoruz, bu davranışların yanlış olduğunu bilmekteyiz. Filmde de bu davranışların eleştirildiği görülmekte olması gerekenin vurgulandığı anlatılmaktadır.
Filmde bu denli tutucu bir ülkede halen insanların kendilerini özgür hissetmesi için partiler düzenlemeleri, sokaklarda Pink Floyd, Iron Maiden gibi grupların albümlerini satışının mümkün olması filmin en eğlenceli tarafıydı. Ayrıca bu denli politik bir filmin ve içerdiği birçok sosyal mesajın harikulade bir animasyonla anlatılmış olması beğeni oranını arttırmıştır diye düşünmekteyim.
"Bilincimizi yitirmemize neden olan şey korkulardır."
Sizi hiç sıkmayan son derece eğlenceli ve izledikten sonra saygınlığınızı artıracağınız, dürüstlüğe daha çok önem vereceğiniz bir filmdir.

Oldeuboi - İhtiyar Delikanlı

"Gülün; Dünya da sizinli birlikte gülsün.Ağlayın; ama yalnız ağlayın."
Güzel bir gün diye düşünüyorsunuz, çocuğunuz doğum ve ona hediyesini vermek için sabırsanıyorsunuz onu görmeden son kez telefonda sesini duyuyorsunuz sonrası ise hapishane hayatı. Nasıl geldiğiniz, kimin getirdiğini, nerede olduğunuzu bilmediğiniz yeni bir Dünya. 15 yıl yaşıyorsunuz yeni Dünya'nızda onca yılda birçok şey kaçırıyorsunuz, kaybediyorsunuz, unutuyorsunuz. En iyi arkadaşınız bir televizyon olmuş. Ondan öğreniyorsunuz dışarıdaki hayatı. Çıkmak için uğraşırken bir bakmışsınız dışarıdasınız.
"Avcının elinden kaçan bir ceylan, tuzaktan kurtulan bir kuş gibi özgür bırak kendini."
Dışarıdaki tek amacınız 15 yılınızı içeride geçirmenize neden olan adamı bulmak ve intikam almak. Oysa; "İntikam peşine düşmek, incinen biri için en iyi tedavi şeklidir." Dışarıdaki hayatınızda yeni bir insanla tanışıyorsunuz ve bakmışsınız bir anda onun evindesiniz. Herşeyi tesadüf sanıyorsunuz, bilmiyorsunuz ki... Kimseye güvenmiyorsunuz fakat insanoğlunun en büyük zaafı değil midir sevgi? Sevmeden edemiyorsunuz.
"İster kum tanesi olsun ister kaya, ikisi de aynı şekilde batar suya."
Sonuca ulaştım artık olayı çözdüm dediğiniz anda herşeyi yanlış algıladığınızı fark ediyorsunuz meğer ki siz olayı değil olay sizi çözmüş oluyor. Unutmayın; "yanlış soru sorarsan doğru cevabı bulamazsın."
En sonunda hayatınıza dönmek istesenizde anılarınızı hiç bir zaman unutamazsınız. Anılar bir şekilde de olsa kendilerini hatırlatmayı başarırlar.
Olağanüstü bir senaryo, olağanüstü bir oyunculuk.
Yaşattığın psikolojik buhram için sonsuz teşekkürler İhtiyar Delikanlı.
"Elveda, Oh Dae Su...."